reklam

Dügün Tv Aydin Çine


 

Aşk ve Çılgınlık

Yazar fotoahmet 9 Nisan 2018 Pazartesi 0 yorum
Masal bu ya; uzun yıllar önce, dünya oluşmamış,
insanlar dünyaya ayak basmamışken, iyi huylar
ve kötü huylar ne yapacaklarını bilemez halde
dolaşıyorlarmış. Birgün toplanmışlar ve her
zamankinden daha fazla canları
sıkkın oturuyorlarken;
SAFLIK ortaya bir fikir atmış;
“Neden saklambaç oynamıyoruz?”
Hepsi bu fikri beğenmiş. Hemen,
ÇILGINLIK bağırmış; “Ben ebe olmak ve saymak
istiyorum”. Başka hiçkimse ÇILGINLIK’ı arayacak
kadar çıldırmadığı için hemen kabul etmişler.
ÇILGINLIK bir ağaca yaslanmış ve saymaya
başlamış. “Bir, iki, üç…” ÇILGINLIK saydıkça, iyi
huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar.
“Kırkbir, kırkiki, kırküç…”
ŞEFKAT; Ay’ın boynuzuna asılmış,
İHANET; Çöp yığınının içine girmiş,
SEVGİ; Bulutların arasına girmiş,
HASET; Zaten oyna katılmamış,
YALAN; Bir taşın arkasına saklanacağını söylemiş
ancak yalan söylemiş, çünkü gölün dibine
saklanmış,
TUTKU; Dünyanın merkezine gitmiş,
PARA HIRSI; Bir çuvalın içine girerken çuvalı
yırtmış.
ÇILGINLIK; saymaya devam etmiş;
AŞK’ın dışında bütün iyi huylar ve kötü huylar o
ana kadar zaten saklanmış.
AŞK kararsız olduğu gibi, nereye saklanacağını
da bilmiyormuş.
ÇÜNKÜ HEPİMİZ AŞK’I SAKLAMANIN NE KADAR
ZOR OLDUĞUNU BİLİRİZ.
Ve
ÇILGINLIK doksan sekiz, doksan dokuz’dan sonra
yüz’e geldiğinde, AŞK, hızla sıçrayıp güllerin
arasına girmiş ve saklanmış.
ÇILGINLIK bağırmış;
ÖNÜM,
ARKAM,
SAĞIM,
SOLUM,
SOBEEEEEEE
Arkasını döndüğünde, ilk önce TEMBELLİĞİ
görmüş, o ayaktaymış. Çünkü saklanacak enerjisi
yokmuş.
Sonra ŞEFKAT’i ayın boynuzunda görmüş ve
İHANET’i çöplerin arasında,
SEVGİ’yi bulutların arsında, YALAN’ı gölün
dibinde ve TUTKU’yu da dünyanın merkezinde.
Hepsini birer birer bulmuş,
Ancak o kadar aramasına rağmen birini
bulamamış.
Ve ÇILGINLIK umutsuzluğa kapılmış. Bulamadığı
AŞK’mış.
Derken HASET, AŞK bulunamadığı için adına
yakışır bir şekilde, ÇILGINLIK’ın kulağına
fısıldamış;
“AŞK, güllerin hemen arkasına saklanmıştı”
ÇILGINLIK, uzun süredir aradığı AŞK’ı bulamama
ve çok zaman kaybetmenin hırsıyla çatal şeklinde
tahta bir sopa almış ve güllerin arasına saplamış,
saplamış… ta ki, yürek burkan bir haykırma onu
durdurana kadar saplamayı sürdürmüş. Ve
haykırıştan sonra AŞK, elleriyle yüzünü
kapayarak ortaya çıkmış, parmaklarının
arasından sicim gibi kan akıyormuş.
ÇILGINLIK, AŞK’ı bulmak isterken o hırsla AŞK’ın
gözlerini çatal sopa ile kör etmiş. Çaresizlik
içindeki ÇILGINLIK, “Seni kör ettim. Nasıl
onarabilirim?” diye bağırmış.
AŞK cevap vermiş:
“Artık iş işten geçti, gözlerimi geri veremezsin.
Ama benim için bir şey yapmak istersen benim
rehberim olabilirsin.”
İşte o gün bu gündür
AŞK’IN GÖZÜ KÖRDÜR…
ÇILGINLIK DA ONUN HER ZAMAN REHBERİDİR…
Devamını Oku...

HIRSIZ'DA OLSA..

Yazar fotoahmet 0 yorum
Yangın olanca hızıyla devam ederken,biz dehşetli korkuyla kendimizi zor atmıştık dışarı.İtfaiyeler dakikalar içinde olay yerine gelmiş,içerdeki mahsur kalanları tahliye etmek için hızla çalışmaya başlamışlardı hemen.On dakika içinde birçok kişide çıkarılmıştı alev alev yanan apartmandan dışarıya.Artık içeride  kimsenin kalmadığını düşünerek rahat bir nefes almıştım.Fakat iki dakika sonra bir bağırış kopmuştu."Orta katta biri var.Alevler balkona,onun olduğu yere ulaşmak üzere.Şu tarafta..."Hepimiz bağıran adamın işaret ettiği tarafa bakıyorduk.Dikkat ettiğimde gerçekten gece karanlığında bir karaltı görmüştüm,orta katlardaki balkonun birinde.Alevler binanın içinden balkona ulaşmışken,adam artık can acısıyla bağırmaya başlamıştı.Üzerinde bulunan paltoya daha sıkı sarıldığını gördüğümde,vücudunu o sıcaklıktan korumak istediğini düşünmüştüm.İtfaiye aracının merdiveni dakikalar içinde balkona ulaştırılmış fakat o dakikaya kadar adamın acı çığlıkları kulaklarımızı tırmalamıştı.Şükürki merdiven birkaç metreyle balkona ulaşamasada adam can havliyle balkondan kendini boşluga bırakmış ve merdiven kafesine düşmüştü sağ salim.Herkes aşağıda rahat bir nefes alırken,merdiven aşağıya yaklaştıkca kim olduğunu anlamaya çalışıyorduk bu adamın.Yüzü ve elbiseleri duman isinden simsiyah olmuş adama dikkatlice baktığımda,mahellede "hırsız"diye anılan Selver olduğunu anlamıstım kurtarılan kişinin.Benimle birlikte herkeste anlamıs olacakki adamın o an adamın üzerine yürümüşler ve linç etmeye kalkmışlardı.Fakat görevliler müsade etmemişti buna.O anda paltosunu sıkıca sardığını gören apartmanın yöneticisi"Yangından istifade edip,çaldığın şeylerimi gizliyorsun paltonun içine.Keşke yanıp kül olsaydın o alevlerin içinde"diye bağırınca,adam o anda kendisini linç etmek isteyen kalabalığa baktı hüzünle.Ve simsiyah olmuş yanaklarından bir damla yaş süzüldüğünü farketmiştik o karanlıkta.Sonra sıkıca birsey saklıyormuş gibi kapattıgı paltonun arasından örtülere sarılmış bir bebek çıkardı ve görevlilere uzattı.Herkes şaşırmış ve sus pus olmuştu o anda.Yangında bayılan kadınlardan birinin bebeğini hırsızlıkla suçladığımız bu adam canı pahasına kurtarmıştı meğer.Yazar Suat
Devamını Oku...

Malik bin Dinar bir yıl hacca gitti.

Yazar fotoahmet 0 yorum
Haccını tamamladığı gece rüyasında şöyle bir ses işitti: “Ey Malik! Hacca gidenlerden Muhammed oğlu Abdurrahman affedilmedi.”

Malik bin Dinar sabahleyin çevresinde Muhammed oğlu Abdurrahman’ı aramaya başladı. Sordukları kimseler ona: “Aradığın kimse Kur’an ehlidir. Her yıl hacca gelir.” dediler. Araya araya onu bir köşede Kur’an okurken buldu. Abdurrahman onu görünce bir ah çekip bayıldı. Daha sonra şöyle dedi: “Beni rüyanda gördün. Bana Allah-u Zülcelal’in beni affetmediğini söylemeye geldin değil mi?”

Malik bin Dinar bu duruma çok şaşırdı. Ona hayret edip sordu: “Sen salihlerden birine benziyorsun. Çok merak ettim. Acaba Allah-u Zülcelal seni neden affetmiyor? Ne günah işledin?”

Bu soruya karşılık Abdurrahman şöyle anlattı: “Bir Ramazan ayının ilk gecesi idi. İçki içip sarhoş olmuştum. Bu sırada babam beni aramış ve bir yerde yatar bulmuş. Beni çekince ben de sarhoşluktan kendimi bilmez halde ona vurup gözünü çıkarmışım. O da bana beddua etmiş. Ertesi gün ayılınca neler yaptığımı büyük bir üzüntü ile öğrendim. Bütün içki küplerini yok ettim. Kölelerimi azat ettim. Yaptıklarıma pişman olup doğru yola girdim. Her yıl böyle hacca gelir dua ederim. Fakat her seferinde sizin gibi birisi rüyasında: “Allah seni affetmedi!” diye söyler.” Abdurrahman bunları anlatırken tekrar ağlamaya başladı. Onun bu haline Malik bin Dinar çok acıdı, babasını kim olduğunu sorup yerini öğrenerek yanına gitti. Babası Malik bin Dinar’ı görünce şöyle dedi: “Hoş geldiniz ya Malik bin Dinar! Buyurun bir istediğiniz varsa hemen yerine getireyim.”



Malik bin Dinar şöyle dedi: “Farz et ki kıyamet kopmuş, oğlun Abdurrahman’ı tutup cehenneme götürüyorlar. Onu bu halde görsen üzülmez misin?” Bunu duyan babası ağlamaya başladı. Daha sonra kendine gelip dedi ki: “Sen şahit ol ki, oğlumun kusurunu affettim ve ona hakkımı helal ettim.” Daha sonra Malik bin Dinar, ondan izin alarak oğlunun yanına gidip müjdeyi verdi ve babasının onu görmeye geleceğini söyledi. Bunu duyan Abdurrahman ağlayarak tekrar bayıldı.

Bu sırada babası geldi. Malik bin Dinar’a şöyle rica etti: “Oğlumu affettim. Diğer âleme yakın zamanda göçeceğini zannediyorum. Şahadet getirip ruhunu teslim etsin.” Malik bin Dinar şahadeti telkin etmeye başladı. Fakat Abdurrahman cevap vermiyordu. Nihayet gözlerini açıp karşısında babasını görünce ona yalvaran bir sesle dedi ki:

“Babacığım ne olur, gel sen de benim gözümü çıkar ki, kıyamete kalmasın!” Babası şöyle dedi: “Ey Gözümün nuru! Ben suçunu bağışladım. Senden razı oldum.”

Bu sırada Abdurrahman iki defa şahadet getirdi. Malik bin Dinar ona:

“Halin nasıldır?” diye sordu. O da şu şekilde cevap verdi:

“Baygın halde iken başucumda elinde topuz olan bir melek durup bana: “Baban senden razı değil. Ben topuzla senin başına vuracağım.” dedi. Az sonra başka bir melek gelip yeşil bir mendille gözlerimin yaşını sildi ve dedi ki: “Şahadet getir! Baban ve Allah-u Zülcelâl senden razı oldu.” Abdurrahman bunları söyler söylemez vefat etti.
Devamını Oku...

Can Çekişen Genç

Yazar fotoahmet 0 yorum
Şeyh Müzenî el-Kebîr rahmetullahi aleyh’den:

“Ben Mekke’de olduğum bir sıra içime can sıkıntısı geldi. Ben de belki sıkıntım gider diye, şehir dışına doğru yola çıktım. Meymûne radıyallahu anhâ’nın kuyusuna vardığımda yerde can çekişen bir gençle karşılaştım. Hemen yanına gidip ona:
Devamını Oku...

BİR HİKAYEM VAR OKURMUSUNUZ

Yazar fotoahmet 0 yorum
Hz İsa bir gün köye uğrar. Köyde
bir elbise boyacısı vardır ki bütün köylüler
kendisinden şikayetçidirler. Çünkü boyacı
elbiseleri boyamak için bir yandan sularını
kesmekte, bir yandan da boyalarla suyu
kirletmektedir.
Köylüler toplanarak hep birden boyacıyı İsa
(Aleyhisselâm)'a şikayet ederler ve "Ey İsa!..."
derler. "Bu adama öyle bir bedduâ edin ki
gidişi olsun, fakat bir daha dönüşü olmasın."
Bunun üzerine İsa Peygamber de şöyle duâ
eder:
"Allah'ım!.. O adama öyle siyah bir yılan
musallat et ki, onu sokup öldürsün. Bir daha
da gelmek nasip olmasın."
Boyacı her zamanki gibi yine yanına üç ekmek
alarak suyun kenarına gider ve elbiseleri
boyamaya koyulur. Tam bu sırada yanında bir
abid (kendisini Allah'a ibadete adayan bir
kimse) beliriverir. Abid oradaki dağlardan
birinde ibadetle meşgul olmaktadır. Boyacıya
selam vererek ona, "yanında yiyecek içecek bir
şeyin var mı? Şu kadar zamandır ağzıma bir
lokma ekmek bile atmadım. Kendisini görsem
veya koklasam yine bana yetecek" diye çok aç
olduğunu bildirir.
Boyacı hemen elini çantasına atar ve bir
ekmek çıkararak abide uzatır. Abid halinden
memnun, "Ey boyacı!..." der. Allah (Celle
Celâluhû) senin günahlarını affetsin, kalbini
arıtsın."
Boyacı ikinci ekmeği de uzatınca abid, "Ey
boyacı, Allah geçmiş ve gelecek günahlarını
affetsin" der. Bu defa da son ekmeğini
uzatınca "Ey boyacı, Allah (Celle Celâluhû)
sana Cennette bir köşk nasip etsin" diye hayır
duâda bulunur.
Akşam olunca boyacı köye döner. Köylüler
şaşkın şaşkın kendisini süzmekte ve neden
ölmediğine hiçbir mana verememektedirler.
Kesin olarak inanmaktadırlar ki, Allah yolunun
temsilcisi olan bir Peygamberin bedduâsı
muhakkak ki yerini bulmalıdır. İşte bu
düşünceler altında köylüler toplanarak hep
birden yine İsa (Aleyhisselâm)'ın huzuruna
varırlar. Durumu kendisine bildirince O da
"Çağırın onu bana" der. Çağırırlar, boyacı da
gelir, İsa Peygamber kendisine şunu sorar: "Ey
boyacı, anlat bakalım bugün ne iyilik yaptın?"
Boyacı, su başında bir abide rastladığını, ona
ekmeklerini verdiğini, her bir ekmek verişinde
de ayrı ayrı duâsını aldığını bir bir ortaya
döker. Durumu anlayan İsa Peygamber bu defa
çantasını getirip açmasını söyler. Adam da
çantasını getirerek açar. Bir de bakarlar ki
çantanın içinde simsiyap bir yılan çöreklenmiş
yatıyor. Herkes hayretten dona kalır.
İsa (Aleyhiselâm) yılana yaklaşarak "Ey siyah
yılan!..." der. "Anlat bakalım, neden bu adamı
sokup öldürmedin?" Yılan derin bir mahcubiyet
içinde şöyle cevap verir:
"Ey Allah'ın Peygamberi!... (Emrinizi yerine
getiremememin derin üzüntüsü içindeyim)
fakat dağdan birisi indi, ekmek istedi, boyacı
da bütün ekmeklerini vererek onun karnını
doyurdu. Karnı doyan adam boyacıya ard arda
üç hayır duâda bulundu ki sormayın.
Bir melek ayakta durarak devamlı "amin
(kabul et ya Rabbi!...)" diye yalvarıp yakardı.
İşte o sırada Allah (Celle Celâluhû) bir melek
göndererek demirden bir gemle benim ağzımı
gemletti, ben de boyacıyı sokup öldüremedim.
O yüzden beni bağışlayınız.
İsa (Aleyhisselâm) sonunda boyacıya müjdeyi
vererek şu tavsiyede bulunur: "Ey boyacı!...
Bundan böyle kendine yeni bir iş tut. Şüphesiz
ki Allah (Celle Celâluhû) seni bağışladı.

"Allah'ım bizi de bagışlanan kullardan eyle..lütfen sayfamızı begenmeyi unutmayın..  
Devamını Oku...

Sen sus melekler konuşsun.

Yazar fotoahmet 0 yorum
Sen sus melekler konuşsun.
Efendimiz ile Hz. Ebubekir'in (r.A) arasında geçen şu
kıssasını daima kulaklarımıza küpe olmalıdır.
Sevgili Peygamber (S.AV)'imiz yakın dostu Hz. Ebubekirle
Medine'nin sıcak bir günü oturmaktadırlar.
Biraz sonra içeriye bir adam girer. Etrafına baktıktan sonra
Hz. Ebubekir'in yanına oturur ve hemen çirkin sözlerle Hz.
Ebubekir'e saldırmaya başlar.
Hakaret eder, onu küçümsemeye çalışır, ona tacizde
Devamını Oku...

KURTULAN TÜCCAR..

Yazar fotoahmet 0 yorum
Atlı bir eşkıya, Şam ile Medine arasında ticaret yapan bir tüccara bağırır:
- Davranma öldürürüm.
- İşte malım. Hepsini al ve beni serbest bırak!
- Mal zaten benim olacak. Ben senin canını da almak istiyorum.
- O hâlde bana biraz mühlet ver, abdest alıp namaz kılayım!
Eşkıya, izin verir. Tüccar, abdest alıp dört rekât namaz kılar. Namazdan sonra dua eder. Dua bitince, hemen orada yeşil elbiseli bir süvari belirir. Eşkıya, bu süvariye saldırır, fakat süvari bir darbe vurup eşkıyayı attan düşürür. Sonra tüccara der ki:
- Haydi, şimdiye kadar çok insanın canına kıyan şu eşkıyayı öldür!
- Bir cana nasıl kıyarım ki?
- Fakat bu eşkıya seni öldürecekti. Bunu öldürmezsen daha çok cana kıyar.
- Ben hayatımda kimseyi öldürmedim. Beni mazur gör!
Süvari, eşkıyayı öldürür. Eşkıyadan kurtulan tüccar, süvariye sorar:
- Sen kimsin?
- Ben 3. kat gökte bulunan bir meleğim. Sen birinci defa dua ettiğinde gök kapıları öyle çalındı ki, önemli bir olayın olduğunu anladık. İkinci defa dua ettiğinde gök kapıları açıldı. Üçüncü defa dua edince, Cebrail aleyhisselam geldi. (Şu zavallıyı kurtar!) dedi. Ben de, hemen geldim. Bu eşkıyayı öldürmeyi, Allahü teâlâ bana nasip etti. Ey tüccar, iyi bil ki, kim de, senin gibi dua ederse, Allahü teâlâ onun sıkıntısını giderir, ona yardım eder.
Tüccar, Medine'ye dönüp, başından geçenleri anlatınca, Resulullah efendimiz buyurur ki:
(Elbette Allahü teâlâ, sana Esma-i hüsnayı telkin etti. O isimlerle dua edilirse, Allahü teâlâ, o duayı kabul eder, istenileni verir.) [Şir'a]

Devamını Oku...

İsrailoğuları peygamberlerinden bir peygamber olan

Yazar fotoahmet 0 yorum
İsrailoğuları peygamberlerinden bir peygamber olan Üzeyir Aleyhisselam azığını almış, eşeğine binmiş giderken bir kasama yıkıntısına uğramıştı. Ayeti kerimede şöyle buyruluyor,Veya çatıları çöküp altı üstüne gelmiş ıssız bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedinmi. (Bakara 259.)
Virane kasabayı uzaktan seyreden ve orada konaklayan Üzeyir a.s. Ölenlerin nasıl dirileceği hususunda düşünceye daldı ve bu tefekkür hali içinde iken, Allah bunu bu ölümünden sonra nasıl diriltecek. (Bakara 259.) dedi.
Devamını Oku...

BAKANLARDAN MI YOKSA GÖRENLERDEN MİSİNİZ?

Yazar fotoahmet 0 yorum
SİZ HANGİSİNDENSİNİZ?
BAKANLARDAN MI YOKSA GÖRENLERDEN MİSİNİZ?

Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan bir genç görmüş ona:
- Buraların yabancısıyım evlat. Bir fırını varmış, onu arıyorum. Çok yakın olduğunu söylediler. 
Genç, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:
- Ben de buraya ilk defa geldim amca ama sağ tarafa gitmeniz lazım.
Adam, gencin de yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını merak edip sormuş ister istemez.
- Yabancıyım diyorsun ama çok emin konuşuyorsun evlat.
Bu söze tebessüm eden genç:
- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz?
- !!!
- Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.
- İyi ama bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malum?
- Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, üstelik manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyarsınız. 
- !!!
Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra teşekkür ederken farketmiş onun kör olduğunu. Genç ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış adamın kendisini farkettiğini. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:
- Üç sene önce bir kaza geçirmiştim, görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi? 
Adam, gencin tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:
- Artık emin değilim. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür.
Bakmak ve görmek aynı şey değildir.
Bakmak; şahitliği…
Görmek; vukufiyeti, derinliği ifade eder…
Bakmak sadece gözle olur, görmek ise akıl, kalp ve gözün devreye girmesiyle…
Bakmak; gözün fizyolojik hareketi…
Görmek; bir şuur faaliyetidir…
Bakışta üstünkörülük, geçicilik, görüştü seçicilik, işin mahiyetini anlama vardır…
Bakmak; en fazla tanımakla…
Görmek; anlayıp kavramakla neticelenir…
Bakınca; yalnız seyrederiz…
Görünce; muhakeme eder bir hükme varırız.
Bakmanın üst seviyesi tanımak…
Görmeninkiyse yaşamaktır…
Bakan; anlatır…
Gören; yorumlar…
Bakınca; kenardan tutarız…
Görünce; iki elimizle sarılırız…
Bakınca severiz…
Görünce hayran oluruz.

Devamını Oku...

Sultan Seyyid Muhammed Raşid buyurdular ki:

Yazar fotoahmet 0 yorum
Sultan Seyyid Muhammed Raşid buyurdular ki:

 İki kardeş vardı. Babaları vefat edince kendilerini Allah yoluna adamak istediler.

Biri dedi ki:
-Ben önce gidip okuyacağım, alim olduktan sonra kendimi ibadete vereceğim.
Devamını Oku...

Adamın biri mahallenin

Yazar fotoahmet 0 yorum
Adamın biri mahallenin bakkalına girer ve elma ile muzun fiyatını sorar. Bakkal der ki:
– Muz sekiz lira, elma da altı lira...
Tam o sırada bakkalın tanıdığı aynı mahalleden bir bayan içeri girer, o da elma ve muzun fiyatını sorar. Bakkal der ki:
– Muz üç lira, elma da iki lira...
Kadın, “Elhamdülillah.” der ve birer kilo meyve alır...
Bakkalın yaptığını şaşkınlık içinde izleyen adam öfkelenir ve bakkalla tartışıp kavga etmek ister. Ancak bakkal göz işaretiyle az sabretmesini ve kadın gidinceye kadar beklemesini söyler...
Bakkal meyveleri kadına verir ve kadın sevinç içinde der ki:
– Allah’a şükürler olsun ki çocuklarım meyve yiyecekler.
Ardından da çıkıp evinin yolunu tuttu...
Her ikisi kadının Allah'a nasıl şükrettiğini gördüler...
Sonra bakkal, müşteriye döner ve şöyle der:
– Allah'a andolsun ki, ben seni aldatmadım ve meyvelerin gerçek fiyatını söyledim sana. Ancak bu kadının dört yetim çocuğu var, kimseden de yardım almıyor, geçimini az geliriyle sağlamaya çalışıyor. Ne zaman kendisine, "Bakkaldan istediğin ne varsa bedava alabilirsin." dediğimde rahatsız oluyor. İşte ben de ona yardımcı olmak ve az da olsa sevap işlemek için ucuz fiyatlar veriyorum. 

Ben Allah ile bir muameleye girişmişim ve O'nun rızasını kazanmak istiyorum... Gördüğün bu kadın haftada bir gün buraya gelir ve Allah'a andolsun ki, benden gelip bir şeyler aldığı her seferinde ben o gün daha çok kâr ediyorum ve nasıl olduğunu, paraların bana nereden geldiğini de bir türlü bilemiyorum; o günkü kazancımdan bereket yağıyor yemin ederim...

Bakkalın dediklerini duyan müşteri gözyaşlarını tutamadı, bakkala sarılıp yaptığı bu güzel işten dolayı alnını öptü...

Sonuç:
Allah'a nasıl borç verirsen aynısıyla, hatta kat kat fazlasıyla verdiğini geri alırsın, hem bu dünyada hem öbür dünyada...
Ama yine de sen geri almak için verme; sırf Allah rızası için ver... Çünkü öyle bir gün gelecek ki herkes yoksul ve yoksun bir hâlde Allah'ın karşısında duracak, yardım ve infak ehli mükâfatlarını Allah'ın elinden alacaklardır kuşkusuz.
Devamını Oku...

KUR’AN-I KERİME HÜRMET :

Yazar fotoahmet 0 yorum
KUR’AN-I KERİME HÜRMET :
Ertuğrul Gâzi bir gece ulemâdan bir kimseye misâfir oldu. Sohbet esnâsında Ertuğrul Gâzi, yüksekçe bir yerde duran kitabı göstererek ne olduğunu sordu.

Ev sâhibi; “Bu kitap Allahü azîmüşşân hazretlerinin Resûl-i ekremine indirdikleri Kur’ân-ı kerîmdir.” cevâbını aldı. Sonra ev sâhibi uyumak için gittiğinde, Ertuğrul Gâzi mushafın bulunduğu odada sabaha kadar mushaf-ı şerîfin huzûrunda hürmet ve tâzim ile ayakta durdu.

Fakat sabaha karşı bir ara dayanamayıp uykuya daldı. Bu sırada rüyâda kendisine; “Sen benim kelâmıma hürmet ve tâzimde bulundun, ben de senin evlâdına kıyâmet gününe kadar dâim olacak bir ulu devlet ihsân eyledim.” diye hitâb olunduğunu işitti.
Devamını Oku...

TEK BİR GÜN

Yazar fotoahmet 0 yorum
Günde kaç kişi ile birlikte olduğunu bilmiyordu. Günah batağına batmıştı.Kendisi seçmemişti bu hayatı. Düşmüş düşürülmüştü. Kendi hata payıda vardı elbette ama bir kere düşmüştü, kurtulmak kolay değildi.
         Arkadaşı yarın kandil dedi, yarın çalışmayalım. Bu söz içini cız ettirdi.
Bu duyguyu bastırmak için içti ama sarhoş olmuyordu.
    Birden aklına müthiş bir fikir geldi. Bunca sene sayısız gün günah batağında yaşamıştıda bir gün bile Allah'ın emrettiği gibi yaşamamıştı.
  Karar vermişti yarın bütün gün günah işlemeyecek ve O'nun istediği gibi yaşayacaktı.
    Hemen içkiyi kaldırıp banyoya koştu. Gusül abdesti aldı. Yarın oruç tutacaktı.
Sabah ezanı okunuyordu. Çocukken hocaya gitmiş, namaz kılmayı öğrenmişti ama tam hatırlayamadı. Telefonun sesini açarak sabah namazını kıldı.
 Şimdi O'nun emrettiği gibi giyinmeliydi. Bir mağazaya giderek tesettüre girdi. Hayatında ilk defa sokağa böyle örtülü ve makyajsız çıkıyordu.
   Hediyeler alıp huzur evine gitti. Türbeleri dolaştı. Hep abdestli gezdi. Namazlarını İstanbul'un ünlü camilerinde kıldı. Kuşlara yem attı, köpeklere ekmek doğradı. Sokak çocuklarına yemek ve tatlı yedirdi.
  O kadar mutlu oldu ki, uyuşturucu hap aldığı zaman bile bu kadar havada uçar hissetmemişti kendisini. Yarını düşünmek istemiyordu. Bu gün bitsin istemiyordu.
      Camilerde kandiller yanıyordu. O gece Berat Kandili idi. İnsanlar akın akın camilere koşuyordu. Kalabalığa katıldı.
  Tam vitir namazının son rekatına gelinmişti. Herkes namazı bitirmişti ama O secdede idi. Yanındakiler bir tuhaflık olduğunu sezdi. Seslendiler, dürttüler ses yok.
           Ruhunu teslim etmişti. Rabbinin emrettiği gibi yaşadığı bu tek bir gün Onun son günü olmuştu. Yarını ahiretti.
Devamını Oku...

Benim Gerçek Dostum...

Yazar fotoahmet 0 yorum
Buyurun, başlığın altındaki incileri takının.
“Geçen gün “Kaç takipçin var?” diye sordum, sosyal medya fenomeni bir arkadaşa. 
“Çok” dedi, uçuk rakamlardan söz etti. Nabzımı yoklamak için “Senin de çoktur” deyip gözlerimin içine baktı. 
“Yok" dedim, "Benim senin kadar çok takipçim yok. Hepsi topu sekiz tane.”
Merakını gidermek için daha o sormadan saymaya başladım:
Birinci ve en büyük takipçim Allah’tır. 
Uykuda bile takip eder beni. O’ndan gizli kalmak mümkün değildir. O yazmadan diğer takipçilerin hiçbiri kalem oynatamaz. 
İyi hareketlerimde gönlüme genişlik verir, yanlış yaptığımda ise göğüs kafeslerimi adeta birbirine geçirircesine sıktıkça sıkar beni. Eğri veya doğru yolda olduğumu çoğu zaman, O’nun bu hareketiyle anlarım.
Sonraki iki takipçim ise Kiramen Katipleri’dir. İyi kötü, hayır veya şer ne yapsam anında kayda geçerler. 
“Alim unutur kalem unutmaz” deyip cızır cızır yazmaya devam ederler.
Dördüncü takipçim şeytandır. Ve takipçilerin en tehlikelisi. Hayırla hiç işi olmaz. Allar pullar, acuzeyi dilber, zehiri bana ab-ı hayat gösterir. 
Tuzakları örümcek ağı gibi zayıf olsa da, insanı çok rahat kandıran müthiş bir yeteneğe sahiptir.
Beşinci takipçim nefsimdir. Tıpkı boynu bükük, masum yüzlü bir dilenciye benzer. 
Aç gözlüdür, doymak nedir bilmez. 
Gözleri fellik fellik devamlı arayış içindedir. 
Her şeyin “kendi hakkı” olduğunu söyler durur. 
Dırdırından kurtulmak mümkün değildir. 
Sadece açlıkla terbiye edebilirim onu. 
Dizginlerini bırakıversem inanın beni uçurumdan aşağı yuvarlar da “Tüh, adamcağıza yazık oldu!” bile demez. 
Şeytandan sonra gelen en yaman takipçim de işte budur.
Altıncı sıradaki takipçim ise rızkımdır. Şimdiye kadar bir vefasızlığını görmedim ama nedense ben onu hiç beğenmem, hep değersiz ve küçük görürüm. Başkalarının rızkı bana daha tatlı ve büyük görünür. Devamlı ben onun peşinden koşarım fakat o bunu kabul etmez, hayır ben senin peşinden koşuyorum diye benimle inatlaşır. Kimbilir belki de o haklıdır. Çünkü bir keresinde uçağa bindiğimde, hostesler gökyüzünde bunu getirip önüme koymuşlardı, “Al bu da senin rızkın!” demişlerdi.
Şaka değil, yedinci takipçim de belalarımdır. Doğduğum günden beri hiç yalnız bırakmadılar beni. Bazen rüzgar gibi okşar geçerler, çoğu zaman da arsız bir misafir gibi oturdukları yerden bir türlü kalkmak bilmezler. Tahammülleri çok zordur, hiç rahat vermezler insana. Biri kalkmadan daha öbürü kapıyı çalmaya başlar. Yalnız itiraf etmek gerekirse, her gelen bela mutlaka geride benim için hayırlı bir şeyler bırakıp öyle gider. Ancak onlar gittikten sonra eyvah derim fakat o zaman da zaten iş işten geçmiş olur. Bu da benim yüz karası aceleciliğim işte.
Sekizinci ve son takipçim ise ölümdür. Her an yanında taşıdığı mutlaka bir bahanesi vardır. Trafik ve iş kazaları, kalp spazmı, nefes yetmezliği, doğal afetler, savaş ve terör eylemleri, yaşlılık ve hastalık onun en çok kullandığı bahanelerdendir. Ben onu unutsam o beni unutmaz, ense kökümde dolaşır durur.
Bütün takipçilerimin hepsi bu kadar. Aslında bir tane daha var. O da, sizler beni mezarlıkta bırakıp gittikten sonra benimle kalacak olan salih amellerim. “Benim gerçek dostum işte bu!..” desem, inşallah bana kırılmazsınız.
Herkese selam ve muhabbetler. Kalın sağlıcakla!..”
Devamını Oku...

ÜZÜNTÜYÜ NASIL YENDİ

Yazar fotoahmet 0 yorum
Büyük bir kaza geçirmiş , karısını ve iki kızını kaybetmişti. Üstelik kendi kullandığı arabada . üstünden aylar geçtiği halde kendine gelememişti .
  Çalışamıyordu kirayı ödeyemedi . Bütün eşyasını satıp oğlu ile annesinin evine yerleşti . 
 Yemek yiyemiyor , uyuyamıyordu . Bazen vücudu uyuşuyor , kaskatı kesiliyordu . Sürekli depresyon ilaçları alıyor ama faydası olmuyordu . Hayatta kalan tek evladı için kendini toparlaması gerektiğini biliyor ama başaramıyordu . Annesinin emekli maaşı olmasa nasıl geçinirlerdi bilmiyorum .
  Birgün oğlu teknoloji ve tasarım dersi için yardım etmesini istedi . Bereber bir maketi tam üç saatte tamamladılar . Birden kendini çok rahatlamış hissetti . Üç saat boyunca aylardan beri İlk defa derdini unutmuştu . O gece rahat uyudu .
  Ertesi gün kendini işe vermeye karar verdi . İşine geri döndü . Akşamları spor salonuna yazıldı . Hiç boş kalmamaya çalışıyor ,kendini sürekli meşgul ediyordu . Hafta sonları oğluyla bahçede çalışıyor çiçek yetiştiriyorlardı . Çok yorgun olduğu için geceleri hemen uyuyordu . iştahı düzelmiş , ilaçları çoktan bırakmıştı. Küçük kulübenin bahçesi ve balkonu çiçek bahçesine döndü .                                                                                     
  Sürekli kendini meşgul ederek üzüntüyü yenmeyi başardı .               
Rabbim sıkıntısı olan herkese sabır ve çare versin inşallah. 
Devamını Oku...

Hz . Ali , hain bir el tarafından yaralandığında oğlu Hz

Yazar fotoahmet 0 yorum
Hasan ağlayarak yanına girer .
Hz . Ali : “ Seni ağlatan nedir oğlum?” der . Oğlu : “ Nasıl ağlamayayım , sen vefat etmek üzeresin.” der .
Hz . Ali : “ Yaptığında sana zarar vermeyecek sekiz tavsiyemi ezberle oğlum” der ve sözlerine şöyle devam eder :
“Zenginliğin en iyisi akıl zenginliğidir .
En büyük fakirlik de ahmaklıktır .
En büyük yalnızlık kendini beğenmektir .
En büyük şeref güzel ahlâktır .”

Hz . Hasan , “ Babacığım bu dört tanesi . Bana diğer dördünü öğret .” dediğinde ise Hz . Ali şöyle buyurur:
“Ahmakla arkadaş olmaktan sakın .
Sana faydalı olmak isterken zararı dokunur .
Yalancı ile arkadaş olmaktan sakın . Çünkü o sana uzağı yakın , yakını uzak gösterir .
Cimri ile arkadaş olmaktan sakın .Çünkü o kendisine en çok ihtiyaç duyduğun anda senden uzaklaşır .
Fâsıkla , kötü kimse ile arkadaş olmaktan sakın . Çünkü o , çok değersiz bir şeye seni satar.”
Devamını Oku...

Ashab-ı Kiram'dan Alkame adında bir zat vardır.

Yazar fotoahmet 0 yorum
Bu zat bir gün çok ağır hasta oldu. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Bilâl’i (r.anhum) onu görmeye gönderdiler. Onlar Alkâme'nin yanına vardıklarında bir de ne görsünler; Alkame'nin dili tutulmuş, bir türlü kelime-i şehadet getiremiyor.

Hemen gelerek durumu Rasûlullah’a (s.a.v.) anlattılar. Sahabeler, Alkame'nin durumunu gözden geçirdiklerinde onda bir kusur bulamadılar. Daha sonra hanımı yüzünden annesiyle arasının iyi olmadığını öğrendiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) Alkame'nin annesine haber gönderdi. Kadın Rasûl-i zîşân Efendimiz'in huzuruna gelince, Efendimiz (s.a.v.) kadına;

“Oğlun ile dargın mısın?” diye sordu.

Kadın:

“Dargınım yâ Rasûlullah)!” diye cevap verdi.

Fahr-i âlem Efendimiz (s.a.v.),

“Oğlun çok zahmet çekiyor. Ona hakkını helal et” dedi.

Kadın:

“Oğlum karısını bana tercih etti. (Benim isteklerim-ihtiyaç ve hizmetlerim karşısında hanımından yana tavır aldı, beni ihmâl edip onu memnun etti.) Ben oğlumdan râzı olamam” dedi.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kadına ne tavsiye ettiyse kabul etmedi. Nihayet Rasûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdular:

“Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, sen ona öfkeli ve dargın bulunduğun sürece, namazı da zekâtı da fayda kendisine vermez.”

Daha sonra sahabelere Alkame'yi yakmak için ateş toplamalarını emretti. Bunun üzerine kadıncağız feryad edip;

“Bırakın oğlumu! Allah'ı şahit tutuyorum ki, ben oğlumu bağışladım, ondan râzı oldum, ona hakkımı helal ettim” dedi.

Bunun üzerine Alkame'nin dili açıldı ve kolayca kelime-i şehadet getirerek vefat etti. Bu hadiseden sonra Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Ey Muhacirler ve Ensar topluluğu! Kim hanımını annesine tercih ederse, Allah'ın lâneti üzerine olsun. Allah Teala o kimsenin farz’ını da nafile ibadetini kabul etmez.” [Bkz. Seyyid Ali Zâde, Şir’atü’l-İslâm;  Sofuzâde Seyyid Hasan Hulusi, Mecmau’l-Âdab vb. mevizaya dair eserler]
Devamını Oku...

HERGÜN SİZİ 8 KİŞİ TAKİP EDİYOR

Yazar fotoahmet 0 yorum
Geçen gün; “Kaç takipçiniz var?” diye sordum, Sosyal Medya Fenomeni bir arkadaşa;
“Çok” dedi ve çok uçuk rakamlardan sözetti.
Nabzımı yoklamak için;
“Senin de çoktur, ” deyip gözlerimin içine baktı. “Yok" dedim,
"Benim senin kadar çok takipçim yok,
Hepi topu sekiz tane.”
Merakını gidermek için daha o sormadan saymaya başladım:
Birinci ve en büyük takipçim Cenab-ı Allah’tır.
Uykuda bile takip eder beni.
O’ndan gizli kalmak mümkün değildir.
O yazmadan diğer takipçilerin hiçbiri kalem oynatamaz.
İyi hareketlerimde gönlüme genişlik verir, yanlış yaptığımda ise göğüs kafeslerimi adeta birbirine geçirircesine sıktıkça sıkar beni.
Eğri veya doğru yolda olduğumu çoğu zaman, O’nun bu hareketiyle anlarım.
Sonraki iki ayrı takipçilerim ise;
Kirameyn Katipleri’dir.
İyi kötü,hayır veya şer ne yapsam anında kayda geçerler.
Alim unutur kalem unutmaz deyip cızır cızır yazmaya devam ederler.
Dördüncü takipçim şeytandır.
Ve takipçilerin en tehlikelisi.
Hayırla hiç işi olmaz.
Allar pullar,acuzeyi dilber,zehiri bana ab-ı hayat
gösterir.
Tuzakları örümcek ağı gibi zayıf olsa da,insanı çok rahat kandıran müthiş bir yeteneğe sahiptir.
Beşinci takipçim nefsimdir.
Tıpkı boynu bükük,masum yüzlü bir
dilenciye benzer.
Aç gözlüdür,doymak nedir bilmez.
Gözleri fellik fellik devamlı arayış içindedir.
Her şeyin “kendi hakkı” olduğunu söyler durur.
Dırdırından kurtulmak mümkün değildir.
Sadece açlıkla terbiye edebilirim onu.
Dizginlerini bırakıversem inanın beni uçurumdan aşağı yuvarlar da;
“Tüh,adamcağıza yazık oldu!” bile demez.
Şeytandan sonra gelen en yaman takipçim de işte budur.
Altıncı sıradaki takipçim ise rızkımdır.
Şimdiye kadar bir vefasızlığını görmedim ama nedense ben onu hiç beğenmem,hep değersiz ve küçük görürüm.
Başkalarının rızkı bana daha tatlı ve büyük görünür.
Devamlı ben onun peşinden koşarım fakat o bunu kabul etmez,hayır ben senin peşinden koşuyorum diye benimle inatlaşır.
Kimbilir belki de o haklıdır.
Çünkü bir keresinde uçağa bindiğimde, hostesler gökyüzünde bunu getirip önüme koymuşlardı,“Al bu da senin rızkın!” demişlerdi.
Şaka değil;
Yedinci takipçim de belalarımdır.
Doğduğum günden beri hiç yalnız bırakmadılar beni.
Bazen rüzgar gibi okşar geçerler,çoğu zaman da arsız bir misafir gibi oturdukları yerden bir türlü kalkmak bilmezler.
Tahammülleri çok zordur,hiç rahat vermezler insana.
Biri kalkmadan daha öbürü kapıyı çalmaya başlar.
Yalnız itiraf etmek gerekirse,her gelen bela mutlaka geride benim için hayırlı bir şeyler bırakıp öyle gider.
Ancak onlar gittikten sonra eyvah derim fakat o zaman da zaten iş işten geçmiş olur.
Bu da benim yüz karası aceleciliğim işte.
Sekizinci ve son takipçim ise ölümdür.
Her an yanında taşıdığı mutlaka bir bahanesi vardır.
Trafik ve iş kazaları,kalp spazmı,nefes
yetmezliği,doğal afetler,savaş ve terör eylemleri,yaşlılık ve hastalık onun en çok kullandığı bahanelerdendir.
Ben onu unutsam o beni unutmaz,ense kökümde dolaşır durur.
Bütün takipçilerimin hepsi bu kadar.
Aslında bir tane daha var.
O da,sizler beni mezarlıkta bırakıp gittikten sonra benimle kalacak olan salih amellerim.
“Benim gerçek dostum işte bu!..” desem, İnşaAllah bana kırılmazsınız...
Vesselâm.

BEĞENİP PAYLAŞALIM HERKES OKUSUN

Dini Hikaye seven kardeşlerimiz
Bizi Takip etsinler → 
Devamını Oku...

KARIM DUYMUYOR DOKTOR BEY.

Yazar fotoahmet 0 yorum
Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi duymadığından korkuyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş.
Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış; doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem tavsiye etmiş.
"Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla.
"O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş.
40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş:
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Cevap yok. Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış:
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Gene cevap yok. Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Hala cevap yok. Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış:
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Gene cevap alamamış. Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş:
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
"Hayatım beşinci kez aynı cevabı veriyorum ya, Tavuk, Taaavuuukkk."

"Belki de genelde düşündüğümüz gibi problem daima karşımızdakilerde olmayabilir. Problemlerin sebebini birazda kendimizde aramalıyız!"
Devamını Oku...

Kaçacağım buradan! Hem de ilk fırsatta!.." -12-

Yazar fotoahmet 0 yorum
Hale biraz da kendisini meşgul etmek için salonu ve iki odayı bir güzel süpürdü...


Hale, kendisinin on üç yaşını düşündü; okulu bitirmişti! Savaş yıllarıydı. Tarlada, çayırda çalışmaya başlamışlardı Halime ile… Babalarına yardıma giderlerdi. Baba İdris tırpanla tarlayı biçer, iki kardeş de tırmıkla biçilmiş ekinleri toplarlardı. Tekrar Nilüfer’e döndü. Utangaç bir gülüş ve spastik bir büzülüş ile gözlerini tavana kaydırdı kız.
            *
O gün evden ayrılmadı Nahit. Bütün gün odunluktaki tangırtı tıngırtıları duyuldu. Odunluğun bir kısmında çeşitli aletleri vardı ve elinden hemen her iş gelirdi.
Akşama doğru “eserini” getirip soba ile evin giriş kapısının arasındaki boşluğa, duvara yasladı. İki kişilik bir sedirdi bu.
O akşam da Hale salondaki sedirden kalkmayınca Nahit:
- Tamam, bu gece de ben burada yatarım, dedi. Git yatağa yat.
Hale odaya geçip kapıyı kapattı. Anahtar deliğini aradı ama kilitleyecek bir düzenek yoktu. Yine babasının evinden çıktığı elbiseleriyle yatağa uzandı.
Uyku çok uzaklardaydı.
Buradan nasıl kaçarım?
Halime’m, annem, özellikle canım babam affeder mi?
Yalvarır yakarırım. Hata yapan ilk insan ben değilim ki…
Hayır!
Annem hayatı zindan eder.
Babam en ağır cezayı verir; hiçbir şey söylemeyerek…
Halime’nin düğününde orada olabilir miyim?
Hangi yüzle, nasıl gideceğim yüzünü kızarttığım kardeşimin en önemli gününe?
            *
Vakit gece yarısı olmuştu ve yüksekçe duvarın çevirdiği iki gecekondu içindeki altı kişiden sadece Hale’nin gözleri açıktı.
Ve saatlerdir alıp vermelerini sonunda karara bağlamıştı:
Kaçacağım buradan! Hem de ilk fırsatta! Nahit’in evde olmadığı bir anda…
Tren istasyonunu bulurum. Cüzdanımdaki para bilet için yeter.
Bundan sonraki hayatımı rezillik içinde yaşayacaksam, o rezilliği kendi köyümde yaşarım.
Nokta.
Verdiği kararın rahatlığıyla uykuya dalması kolay oldu.
            *
Ertesi gün de bir yere gitmedi Nahit. Komşu kadının ahırını “kesti.” Yani, koyunların kış boyu içeride çiğneye çiğneye tezek hâline getirdikleri dışkılarını bel ile küpler hâlinde keserek bostanın bir kenarına yığdı.
Hale ise burada “emanet” olduğu anlaşılmasın diye, kadına yardım etmeye çalışıyordu. Kadının sedirin altından süpürgeyi çıkardığını görünce hemen hamle etti, kadın önce vermek istemese de fazla direnmedi, elini gevşetti. Hale biraz da kendisini meşgul etmek için salonu ve iki odayı bir güzel süpürdü... 
Devamını Oku...

UMUDA YOLCULUK

Yazar fotoahmet 0 yorum
-Söylediklerini anlıyorum ama bu anlattıklarının ırkçılıkla ne alakası var onu anlayamadım.
      -Darwin insanın evrimini çok önem vermiş insanın Türeyişi kitabını bu konuya ayırmıştır.Bir bakıma insanın evrimi evrim teorisinin temelidir. 
    Darwine göre insanlarda diğer canlılara benzer şekilde evrilmiştir. diğer canlılar gibi insanları da güçlü, güçsüz;  tam evrimleşmiş, İnsanın evrimi de ilkelden gelişkine doğru oluşum mantığını temel alır. İlkelden gelişkine doğru oluşum ise bilimsel bulguların sonucu değil, ateizm denen pagan dinin bir İNANCIDIR. 
     Diğer ifade ile evrim bilimsel bulguları değil bir İNANCI temel alır. Bu  nedenle bilimsel bir teori değildir. 
     Darwin diğer canlılar gibi insanların oluşumunu kademeli bu İNANCA uygun açıklamaya çalışır.  
    Darwin günümüzde yaşayan kimi insanları yarı evrimleşmiş kabul ediyordu. 
     Fark edeceğin gibi bu da ırkçılığın temel mantığıdır. Bir nevi evrimleşmiş güçlü ırklar yani milletler.. Diğer yanda evrimini henüz tamamlamamış güçsüz ırklar yani milletler. 
      Kendi milleti yani İngilizlerle Almanları insan ırkının en gelişmişleri, en güçlüleri ve soyluları kabul ediyordu. Tabi ki diğer ırkları ikinci sınıf ırk olarak görüyordu. 
     Fakat Darwin bu görüşünde, medeniyetin ilk tohumlarının ikinci ırk dediği, hakir gördüğü milletler tarafından atıldığını unutmuş görünüyor. 
     Soylu zannettiği milletler mağaralarda, gayet ilkel bir halde yaşarlarken, soysuz zannettiği milletler onlara göre çok daha üstün bir medeniyet ve kültür düzeyine ulaşmışlardı. Bunu tarih şahadet etmektedir. 
    Ayrıca Darwin soylu ve güçlü milletlerin; bir gün, er veya geç, ikinci sınıf ırk olarak gördüğü diğer milletleri yok edeceklerini söylüyordu. Tabi bu ayrımın ne kadar insafsız ve tehlikeli olduğunun farkında olmalısın.
      -Alman’ların; kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden milyonlarca insanı vahşicesine öldürmeleri bu yüzden değil mi?
      -Evet, maalesef. Bir ırkın diğer ırka olan üstünlüğünü nereden bilebilirsin? Bir insanın renginin sarı ya da siyah oluşu, derisi beyaz olandan daha güçsüz, daha değersiz; şu ya da bu atadan gelişinin diğer insanlara göre daha güçlü, daha değerli olduğunun delili midir? 
      Örneğin; Dünyanın en medeni, en gelişmiş ülkesi olarak gördüğümüz Amerika’da bile, daha kısa bir zaman öncesine kadar; siyah, beyaz diye ırk ayırımı vardı. Bir insanın derisinin rengi siyah diye, ikinci sınıf insan muamelesi yapılıyordu. Büyük güçlüklerle bu insanlık dışı uygulamayı son vermeyi başarabildiler. 
     Siyah ırk, beyaz ırkla aynı imkâna, aynı şansa kavuşunca, iddia edildiği gibi aşağılık bir ırk olmadıklarını, en az beyaz ırk kadar değerlere sahip gerçek insan olduklarını çok güzel gösterdiler. 
      Bu gün siyah ırkta, en az beyaz ırk kadar başarılıdır. Beyazlar kadar onlardan da sporcular, sanatkârlar, fikir adamları, devlet adamları yetişiyor.  
      Saçma bir ırkçılık yüzünden, bu gün batı medeniyeti şâibelidir. 
    Bu medeniyetin temelinde acı, gözyaşı, kan ve insanlık ayıbı vardır. Afrika’dan milyonlarca insanın zorla yakalanıp; köle olarak alınıp, satıldığını, insanlığa yakışmayan yerlerde yaşamaya zorlandıklarını, işkence edildiklerini ve öldürüldüklerini düşün. 
      Sadece siyah ırk mı? Vahşice Aztek, İnka medeniyetleri, kızılderili kültürü de yok edildi. Amerikalılara; sadece kızılderililere uygulanan kum deresi katliamının utancı mahşere kadar yetecektir. Sadece servet hırsıyla milyonlarca insan acı çektirildi, vahşice öldürüldü. Bunları yapanlarda, bu gün medeni görüp, kendimize örnek aldığımız milletler. 
      Bu gün de kölelik; daha başka, daha insafsız bir biçimde aynen devam ediyor. Siyah ırk gibi, diğer masum ve mazlum ırkların gözyaşları, acıları ve kanları üzerine kurulmuş bir medeniyet. 
      Yirminci yüzyıla Darwinizmin bu ilkel mantığı damgasını vurmuştur. Ve muhakkak ki teknik olarak baş döndürücü gelişmelere rağmen insanlık tarihinin en yüz kızartıcı, en karanlık devri olarak tarihlere geçecektir.
      Baş döndürücü olarak nitelediğim bu teknik buluşlar, gelişmeler insanlığın alnındaki sadece açlıktan ölen çocukların kara lekesini silemeyecektir. 
      Medeniyeti sadece teknik gelişme olarak kabul etmiyorum. Böyle bir medeniyetten bir insan olarak utanıyorum. 
    Benim anlayışımda medeniyet; insanların bütün yaratıkları sevip, saygı duymasıdır. İnsanların, çocukların açlıktan ölmedikleri düzendir. Medeniyetin özü birbirine sayıp, sevmedir. 
      Dönüp baktığımızda; insanlık tarihini, yüz kızartıcı, insanlığımızdan utandıran olaylarla dolu olduğunu görürüz. İnsanlık; askeri, silahı ve savaşı ortadan kaldıramadığı sürece medeniyetin gerçek dünyasına adım atamayacaktır. 
      Güçlü insan, güçsüzü korumak zorundadır. Yani güç; bir bakıma onu, buna borçlu tutar. Bu yüzden güçlü olma imkânı varken, bunu yapmayan bir kimse, güçlü olma imkânı olmayan kimselerin hakkını yemiş olur. Yani; her insan, imkânı nispetinde güçlü olmaya çalışmak zorundadır. Tabi güçten maksadım, sadece kaba güç değil. Zenginlikte bir güçtür, iyi huy da. 
      Aslan ormanlar kralıdır, bir av avlar, doyuncaya kadar yer, doyduktan sonra kalanını diğer hayvanlara, örneğin çakallara bırakır. İnsanlar her zaman bir aslan olmaya özen göstermeliler, bir çakal olmayı değil. Zayıfı korumayan güçlünün, gerçekte hiç bir gücü yoktur.   
Devamını Oku...

Osmanlı’yı yıkmak için yemin etti.

Yazar fotoahmet 0 yorum
İstanbul’un fethinden sonra İngilizler 
Osmanlı’yı yıkmak için yemin etti.

1922 yılına kadar, 388 sene bu yeminlerini yerine getirmeye çabaladı.

Bunun için sürekli olarak içeride fitne, dışarıda isyan çıkardılar.
Sonunda Osmanlı yıkıldı.
Osmanlı Devleti'nin hakim olduğu topraklardan; Avrupa kıtasında 28, Asya kıtasında 14 ve Afrika kıtasında 22 olmak üzere toplam 64 ayrı devlet çıktı.
Bugün dünyada var olan devletlerin üçte biri bir zamanlar Osmanlı toprakları içerisindeydi.
Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte kurulan İslam ülkelerine bir bakalım.(Parantez içerisindeki rakamlar Osmanlı idaresine bağlı kaldıkları zamanı gösteriyor.)
Irak (402 yıl), Suriye (402 yıl), Filistin (402 yıl), Ürdün (402 yıl), Suudi Arabistan, (399 yıl), Yemen (401 yıl), Umman (400 yıl), Birleşik Arap Emirlikleri (400 yıl), Katar (400 yıl), Bahreyn (400 yıl), Kuveyt (381 yıl), Lübnan (402 yıl), Mısır (397 yıl), Libya (394 yıl) Osmanlı adı:Trablusgarp, Tunus (308 yıl), Cezayir (313 yıl), Sudan (397 yıl) Osmanlı adı: Nubye, Eritre (350 yıl) Osmanlı adı: Habes, Cibuti (350 yıl), Somali (350 yıl) Osmanlı adı: Zeyla ve Kenya sahilleri (350 yıl)
Liste böyle uzayıp gidiyor...
Özellikle bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim.
Osmanlı’dan sonra kurulan bu devletler arasında tek bir tane dahi Ehl-i Sünnet, yani sünni bir İslam devleti bulunmuyor.
Osmanlı’yı yıkan hainler, o topraklarda daima bozuk fırkalara mensup devletler kurdurdular, ya da devletlerin başına bozuk kimseleri getirdiler.
Bunlardan birisi Vehhabi Arabistan’dı. 
Suudi Prensi’in Vehhabilikle ilgili önceki günkü itirafı da zaten bunun ispatı oldu.
İngiliz ve Yahudi alçakları İslam coğrafyasından Ehl-i sünnet’i silmek için ellerinden geleni ardlarına koymadı.
Osmanlı’yı yıkma nedenleri de zaten bu idi.
Osmanlı İmparatorluğu, Ehl-i sünnet vel Cemaat itikadine bağlı, gerçek bir şeriat devletiydi.
Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte son şeriat devleti de yıkılmış oldu. 
O günden bu güne Ehl-i sünnet bir şeriat devleti de gelmedi.
Buna karşılık bozuk fırkalardan pek çok sözde İslam ve şeriat devleti kuruldu. 
Vehhabi Suudi Arabistan, Şia İran ve BAE vs gibi..
İşte işin püf noktası da burası..
İslam’a savaş açan kafirlerin de münafıkların da esas hedefi sünniliktir. Yani Ehl-i sünnetti.
Bu; dün de böyleydi, bugün de böyle ve yarın da böyle olacaktır.
Kuran-ı Kerim’i ve Hadis-i şerifleri sadece Müslümanların mı okuduğunu sanıyorsunuz?
Emin olun kafirler bizden çok okuyor.
Hatta Yahudiler Kuran-ı Kerim’i kendilerine rehber edinmiş durumda.
Bugün İsrail’de Kur’an-ı Kerim enstitüsü var. 
Pek çok Yahudi bilim adamı Ayet-i Kerimeleri didik didik edip, kendilerince önlemler alıyorlar.
Sonuçta inanmadıkları dinimizden, kendilerine dünyalık kurtuluş yolu bulmaya çabalıyorlar.
Sadece Ayetler mi? 
Hadis-i Şerifleri de tarıyorlar.
Peygamber Efendimiz ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir Hadis-i şerif’inde şöyle buyurdu; Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça, taşlar bile, “Ey Müslüman şu arkamda gizlenen Yahudi’yi öldür” diye haber vermedikçe kıyamet kopmaz. Sadece Garkad ağacı haber vermeyecek, çünkü bu ağaç onların ağacıdır. 
Okudukları bu Hadis-i Şerif-i üzerine; bugün İsrail’in her yanına garkad ağacı diktiler.Bunun dışındaki ağaçları kesip, taşları kaldırdılar.
Yahudilerin bu Hadis-i şerifte keşfettikleri başka bir ayrıntı daha var.
O da, “Müslümanlar” ifadesiyle kastedilen Müslümanların, sünniler yani Ehl-i Sünnet kimseler olduğudur.
Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) diğerlerini , “Bozuk fırka” olarak ifade etmesinde yola çıkarak, ‘Müslümanlar’ ifadesinden Ehl-i sünnet’i kastettiğini anladılar.
O yüzden de var güçleriyle Ehl-i sünneti devlet ve toplumları ortadan kaldırmaya çabalıyorlar.
Tamamı Ehl-i sünnet olan Filistin’e dışarıdan, Türkiye gibi ülkelere hainleri aracılığıyla içeriden saldırmalarının temeli de budur.
İngilizlerle el ele veren Yahudiler, Ortadoğu’da sünniliği yok etmek istiyor.
Biliyorlar ki; Ehl-i sünnet yok olarsa, Din-i islam da yok olur.(Bilmedikleri şey; Allahü teala’nın buna kıyamete kadar müsade etmeyeceği gerçeğidir.)
Peki Ehl-i sünnet nedir?
Peygamber Efendimiz ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bulurdu ki ; Ümmetim, 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan 72’si, Cehenneme gidecek, yalnız bir fırka kurtulacaktır. Cehennemden kurtulacak olan tek fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir.
Kimdir onlar?
Ehli sünnet vel cemaat olanlardır.
Sünnet, Resulullah'ın bildirdiği yoldur. Cemaat da, Eshab-ı kiramdır. 
Sünnet ve cemaat ; Resulullah'ın ve Eshab-ı kiramın gittikleri, itikattaki tek doğru yol demektir. 
Bugün uyulan dört hak mezhep (Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli) Ehli sünnet yolundadır. 
Bu dört mezhebe uyana Sünni denilir. 
Sünni demek; sünnete uyan, yani Resulullahın yolunda olan demektir.
Ehli sünnet’e uymayan diğer mezhep ve oluşumlar ise (Vehhabilik, Şia, İsmailiye,) bozuk fırka hükmündedir.
Ehl-i Sünnet sadece kafirlerin değil bozuk fırkaların da hedefindedir.
Bugün Hıristiyan aleminin tek derdi nasıl ki Dini İslam’ı yıkmazsa, Dini İslam’ın içindeki bozuk fırkaların da tek derdi Ehli Sünnet’i yıkmaktır.
Neden?
Eğri, daima doğruya saldırır.
Eğri eğri olduğunu kabul etse zaten mesele kalmaz. 
Sorun; Eğrinin kendini doğru sanmasıdır.
Allahü teala Müminun suresi 53 ve Rum Suresi 32. Ayetinde buyurdu ki; 
- Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir.
İşte bugün hem içimizde hem dışımızda; yaşanan olayların, savaşların ve kavgaların özeti budur.
Herkes kendisini doğru sanıyor.
Ortadoğu'da sünnilerin çoğunlukta olduğu üç ülke vardı; Irak, Mısır ve Suriye..
Bu üç ülke bakın bugün ne haldeler?
Irak da Suriye’de birer harabeye döndü. 
Bunların tekrar toparlanması onlarca yıl sürecek.
Mısır’da darbe yapıp kukla Sisi’yi getirdiler ve on binlerce ehl-i sünnet sünniyi hapislere tıktılar.
Sisi, Mısır’ın sadece yüzde 38’nin oy kullandığı bir seçimle tekrar seçildi.Yüzde 62’lik sünni Mısır halkı ise esir durumda.
Ya Afganistan’a ne demeli?
Afganistan’ın yüzde 90’ı sünni müslümandı.
Orasını da mahvettiler.
Amerika ve koalisyon ortakları bu dört ülkeyi harabeye çevirip yakıp, yıktı. 
Yetmedi; El Kaide ve DEAŞ isimli ısmarlama örgütler üzerinden on binlerce Müslümanı katlettiler.
Amerika, İsrail ve batının görünürdeki en büyük düşmanı ve hasımı İran değil mi?
Peki aynı şeyi İran’a neden yapmıyorlar da hep sünni ülkelere saldırıyor?
Bütün bunlar bir tesadüf olabilir mi?
Ehl-i Sünnet’in başka bir düşmanı da İran’dır.
Sonuçta; düşmanımın düşmanı dostumdur ilkesi var.
Gelelim işin can alıcı noktasına.
Halen dünya üzerinde Ehl-i sünnet’in, yani sünniliğin kalesi Türkiye’dir.
Hem içeriden hem dışarıdan sürekli saldırıya uğramamızın ana nedeni de zaten budur. 
Onlar ehl-i sünnet’in kalesini yıkmak istiyorlar.
İçimizdeki hainlerin, dışımızdaki düşmanlarımızın hedefi budur.
Bakın 100 yıldır kaç türlü saldırı altındayız; 
1- Bizi rahat bırakmamak için; PKK, DHKP/C VE TMLKP gibi terör örgütleri kurup aramıza saldılar. 
Bu örgütler üzerinden; hem askerimizi/polisimizi hem de ekonomimizi vurdular.
2- Yeşilçam üzerinden milletin bilinç altını zehirlediler.
Orada uydurdukları ‘Arap bacı’ tiplemesiyle, zencileri ‘Arap’ diye yutturup millete Arapları küçümsettiler. 
Karışık işler için sürekli olarak ‘Arap saçı’ dediler. Oysa Arabın saçı düz olur. Saçı karışık olan zencidir. 
Böylece Mübarek Peygamberimizin mübarek soyunu, hor göstermeye kalktılar.
Çektikleri filmlerde hocaları ve imamları; sahtekar, üç kağıtçı ve ırz düşmanı gösterdiler. 
Bilinçaltına yapılan bu algı operasyonlarıyla milleti; Araplara ve dinine düşman ettiler.
3- Medyamızı ele geçirip; eğriyi doğru, doğruyu eğri gösterdiler. 
Medyalarında; zinayı aşk, namusu gericilik saydılar.
Kıçını açanı cesur, göğsünü açanı cüretkar, kapananları ise yobaz ilan ettiler. 
4 -Gözünü hırs bürümüş SATILIK politikacıları parlatıp, iktidar yaptılar.
Onlar eliyle; Ekonomimizi, din ve etnik köken olarak kendilerinden, isim olarak bizden olan, dönmemiş dönmelerin ellerine teslim ettiler.
Milletin evlatlarını da bunların fabrikasında işçi yaptılar. Geride kalanları da Almanya’ya yollayıp, en pis işlerde çalıştırdılar.
Bankacılık sistemini ele geçirip bu milletin parasını faiz adı altında sömürdüler.
Türkiye’nin bütün zenginliklerini bir kene gibi emdiler.
5 -Askerlerimi kendilerine emir eri yaptılar. 
TSK, Düne kadar Amerika’dan habersiz ve izinsiz tek adım bile atamaz hale getirildi.
Ordumuza; kendi silahlarını, kendi mermilerini ve kendi bombalarını satıp, kendilerine kendilerine esir ettiler.
Bütün bu alçaklıkları maalesef içimizdeki hainler aracılığıyla yaptılar.
6- Fetullah Gülen üzerinden Türkiye’yi Hıristiyanlaştırmaya kalkıştılar. 
FETÖ alçağı bu yüzden ilk olarak milletin dinine ve değerlerine saldırdı. Bunları bozup Ehl-i Sünnet’i yıkmaya kalkıştı.
Fetullah’ın ağzından bu güne kadar bir kez bile ‘Ehl-i sünnet’ kelimesi çıkmamasının nedeni budur.Çünkü o hain, efendileri gibi Ehl-i sünnet’in en büyük düşmanıdır.
Yaklaşık 100 yıldır bu masallarla uyuttukları millet uyanınca, taktik değiştirip FETÖ itlerini üstümüze saldılar.
Bu kez gizliden gizliye değil, açıktan açığa vatanımıza toptan ele geçirmeye kalktılar.
Şükürler olsun ki bu millet; Allahü teala’nın hikmeti, Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mucizesi, Evliyanın ve büyüklerin kerameti ve Müminlerin feraseti ile vatan haini FETÖ’cüleri yere serdi.
Dünyada bu millet kadar haini olan başka bir millet yoktur.
Hainimiz çok ama, şükürler olsun ki alimimiz de çok.
İşte o alimler sayesinde bugünlere sağ –salim, hatta daha da güçlenerek geldik.
Rabbim onlardan ilmi kadar razı olsun.
Hal böyle iken; 
Aynı safta durduğumuz ve saldırılara karşı koyduğumuz bir bir bakanın kalkıp; “En büyük fitne, mezhep fitnesidir” demesi, hakikaten çok hazin bir olaydır.
Elin Yahudisi Ehl-i sünnet’e saldırırken, aramızdaki bazı din cahillerinin onlara eşlik etmesi, bundan da vahimdir.
Bunların; cehaletlerinden,“Fitne” dediği Ehl-i sünnet, oysa bu milletin koruyucusu ve yegane kurtuluşudur.
İlla bir fitne ve fitnebaz bulmak istiyorsanız, en yakınınıza bakın.
Zira ; EN BÜYÜK FİTNE, MEZHEPSİZLİK FİTNESİDİR.
Rabbim bizleri onların şerrinden korusun İnşallah ( AMİN)
Devamını Oku...

🌷🇹🇷📃 TERZİ KUSTO 📃🇹🇷🌷

Yazar fotoahmet 0 yorum
Terzi Kusto bir gün, yeni diktiği elbiseyi Efendi üzerinde prova ederken, Yahya Efendi:

-Kusto Usta! Elbisenin yenisi mi iyidir, eskisi mi? Ne dersin demiş.

Terzi Kusto:

Bu ne sözdür Hazretim? Her şeyin yenisi iyi olur elbet tabii. Niye sordunuz anlayamamışım, diye cevap verince,

Yahya Efendi, gülümseyerek:

Anlamışsın anlamışsın da, anlamamış gibi yapıyorsun. Bazılar aynı şeyin hep eskisinde ısrar ederler nedense. Sözgelimi sen. Senin de eskimiş giysilerin ama hala yenilemiyorsun. Terzi kendi söküğünü dikemezmiş, senin söküğünü de biz dikelim, ne dersin, demiş.

Bu çok zarif, çok manidar soru karşısında Terzi Kusto şöyle bir kaykılarak, heykel gibi donup düşündükten sonra:

-Anlamışım Hazretim, anlamışım, umarım geç kalmamışım, demiş.

Yahya Efendi.

-Niye geç kalacaksın? diye sorunca,

Terzi Kusto:

-Çürüyen giysi yama tutmaz Hazretim, demiş.

Yahya Efendi de:

-Sana yamadan söz eden kim, yeniden söz ediyorum ben sana yeniden.

O sırda provasını tamalayan Terzi Kusto:

-Tamam Hazretim, elbiseniz bana göre tamam. Sizin bir şikayetiniz var mı?

Yahya Efendi:

-Cebi yok mu bu elbisenin Kusto Usta? diye sormuş.

Terzi Kusto:

-Aaaa! Olmaz mı Hazretim. Var elbet fakat dikişlerini sçkmeyi unutmuşum, diyerek, cep ağızlarının dikişlerini sökünce, cebin içinden bir kese altın çıkmış.

Bu duruma çok şaşıran Kusto, ne diyeceğini, ne edeceğini bilmez bir halde kıvranırken, Yahya Efendi:

-Ne kıvranıp duruyorsun Kusto Usta? O altınlar senin. Sana ait, demiş.

Terzi Kusto:

-Hayır Hazretim, ben koymadım anları oraya, deyince,

Yahya Efendi.

-Elbette sen koymadın Kusto Usta. Bize ait hiçbir şey yok ki zaten. Her şey onun. Senin hazineni bizim cebimize koymuş, onu sen bizim elimizden alacaksın demekki, diyerek, Kusto'nun elindeki keseyi Kusto'nun eline sıkıştırırken şunu ilave etmiş: Gönül ceplerinin dikişlerini söktüğün zaman, asıl hazineyi orada bulacaksın, deyince,

Kusto:

-Tamam Hazretim tamam. Ben de oldum Müslüman. Ama, para için değildir. Gönlümün cepleri açıldı şu an, diyerek Yahya Efendi'nin ellerine kapanmış.
Devamını Oku...

REENKARNASYON NEDİR

Yazar fotoahmet 0 yorum
REENKARNASYON NEDİR 
                                            BİLİMSEL AÇIKLAMASI 

bu yazımızda sizlere reenkarnasyon inancın hurafe, batıl bir inanç olduğunu söyleyip sizlere bu inançtan uzak durmanızı tavsiye ederdik. Biz bunu yapmayacağız, biz bunun açıklamasını yapmanın ve sizin mantığınıza hitap etmenin daha uygun olacağını düşündük, sizlere hayırlı ve aydınlatıcı okumalar..

   - reenkarnasyon nedir?

Öldükten sonra, farklı bir beden ile tekrar dünyaya gelmeye reenkarnasyon denilir. Bu inancın çıkış noktası hindistan yöresi. hinduizm, jainizm, sikhizm, hatta budizmin yeniden doğma inancınıda reenkarnasyon olarak görebiliriz.

   - reenkarnasyon inancında yaşanılan klasik olay ne?

Yeni bir beden ile tekrar dirildiğini iddia eden kişi, bir evvelki hayatını hatırladığını iddia eder ve ilginç olanı o hayat hakkında anlattıkları doğru çıkar.

   - insanları bu inanca ikna eden unsur ne?

Yeniden doğduğunu iddia eden kişiler bir önceki hayatta kimi yaşadığını iddia ediyorsa o kişinin özel hayatı hakkında detaylı bilgilere sahip. İnsanları ikna eden, neden olmasın olabilirde dedirten nokta bu!

Reenkarnasyon inancının altından yatan oyun ne?

Tekrar hayata geri döndüklerini iddia eden insanlar, bir evvelki bedenin yaşantısından bilgiler aktarır; siz bizim kültürümüzde ve dinimizde geçmiş olaylardan bizleri haberdar edebilen varlıklar tanıyormusunuz? Örneğin: eşyalarınızı kaybettiğiniz an veya geçmiş olaylardan haber almak istediğiniz zaman kime gidersiniz? Tabiiki cinci hoca veya medyumculara. Bizler kendimizi şanslı hissetmeliyiz çünkü bizim dinimiz bizleri cinlerin varlığı ve onların oyunları hakkında haberdar eder. Bizler onların oyunlarına gelmemek için kendimizi bilgilendirebilir, önlemlerimizi alabiliriz, başka kültürler ama böyle bir lütfa sahip değil. 

Onlar geçmiş olayları anlatabilen birini gördükleri an, bunu gerçek kabul eder. O kişide ya altıncı his, üçüncü göz gibi özel yeteneklerin var olduğuna inanır, ya da o kişinin tekrar dirildiğini düşünür.

   - cinler bu tezgahı nasıl kurar?

Bir insana cinler nasıl bulaşır bu konuyu Kur'an-ı Kerimde araştırabilirsiniz, bizler bu konuda fazla detayına girmeyeceğiz; 

"şeytanlar kime iner size haber vereyimmi; onlar günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üzerine inerler" (Şuara Süresi; 221-222). 

Cinler genelde Allahtan uzak bir yaşam sürdüren, iftira ve yalanlara düşkün olan, cinler alemine merak duyan ve cinler ile içli dışlı yaşayanların (uzak doğu halkları) üzerine iner. Cinler geçmişi nasıl görür? Einstein'e göre eğer bir cisim güneş ışınından daha hızlı hareket edebilirse zamanda geriyede gidebilir. Cinler güneş ışınından daha hızlı hareket edebiliyormu, edebiliyor. Geçmişe nasıl gidebiliyorlar? Geçmişe fiziki mekan olarak gitmelere mümkün değil, onlar sadece ilahi bir düzenekten yararlanıyorlar, nedir o düzenek. Yeryüzünde yaşanılanları zaman kayıda alır ve bu kayıdı o noktadan bir uydu yayını gibi göğe ışınlar. Bu yayın akışı güneş hızı ile gerçekleşir. Siz eğer güneş ışınından daha hızlı hareket ederseniz, o gün göğe çıkan yayını yakalar, biraz daha hızlı hareket ettiğiniz içinde bir evvelki gün, hafta veya yıllar önce göğe doğru akan olayları görebilirsiniz. İnsan ile cin arasındaki iletişim nasıl gerçekleşir? Ya cin o kişinin içinde olur ve o kişinin ağzı ile konuşur (reenkarnasyon ve hipnoz), ya da o cin bedenin dışında olur ve o kişiye o bilgileri fısıldar (medyumcular). Bu arada hipnoz esnasında konuşan kişinin kendisi değil, bu büyük bir yalan. Bilinçaltı dil'e gelemez, dil'e gelen o bedende yaşayan cin, bu bilgiyide bilmenizde yarar olduğunu düşünüyoruz! İnsanın kendi irade gücü genelde cinlerin enerjisinden daha büyük bir enerji salgılar yani insan istemediği müddet bir cin o insanın bilincini kontrol altına alamaz. Eğer o cin'le konuşmak istiyorsanız ilk önce kişinin iradesi buna izin vermesi gerekiyor, örneğin hipnoz. Reenkarne edildiğini iddia eden bireylere baktığınızda da bunların genelde ergenlik çağında olan bireyler olduğunu görürsünüz yani bilincin henüz gelişmediği bireyler bu iddiaları ortaya atar.    

Reenkarnasyon bir şov inancı

Bizler kendimizi bol lütüfa mazhar olmuş kullar olarak görmeliyiz, bizler bir mucize kaynağına sahibiz, bize doğruları anlatan ve bize nereden gelip nereye gideceğimizi bildiren bir rehbere sahibiz (Kur'an-ı Kerim). Biz başkalarını İslama davet etmek istediğimiz zaman Kur'an-ı Kerime işaret ediyoruz, Kur'an-ı Kerimde gerisini bizler için hallediyor. Böyle bir nimete sahip olmayanlar, yeryüzüne yayılmak ve yeni kitlelere ulaşabilmek için doğaüstü birşeyler sergileme zorululuğunu kendilerinde hissseder. Uzak doğu inançları böylesine bir çıkmaz içinde, onlar bir zorunluluk bir eziklik psikolojisi içinde mürid kaybına uğramamak ve ilgi odağı olabilmek için birşeyler sergilemek ve göstermek zorunda. Sergiledikleri yeteneklerde mucize içermez, bizim andoluda her cinci hoca veya medyumcunun yapabildikleri şeyler olur; ya birinin geçmişini, özel hayatını size anlatarak sizi ikna etmeye çalışır ya da uzak doğu sokaklarında olduğu gibi sokak gösterileri ile insanları kandırır. Batıl inançların dini liderleri bu gösteriler sayesinde mürid toplar ve makamlarını ayakta tutar. Bu yazı vesilesiyle şunuda bilmenizde yarar olduğunu düşünüyoruz; budizim inancına göre tibetin dini lideri dalai lama öldüğünde onun ruhu bir çocuğun bedeninde, dünyaya geri döner. Hangi çocuğun bedenine indiğini tespit etmek içinde çocuk adayların önüne farklı cisimler koyulur. Hangi çocuk bir evvelki dalai lama'nın seçtiği cisimi bilirse, budizmin kurucusu shakyamunin ruhu ona indiği inanılır ve yeni dalai lama o olur. Olayın perde arkası nedir; ölen dalai lamanın içindeki cin binlerce yıl yaşar, bin yıllardır aynı cisimi seçen kendisi olduğu içinde hangi çocuğun bedenini tercih ediyorsa o çocuğa o cisimi seçtirir. Sergilenen bu tiyatro baştan sonuna kadar kirli bir oyun, maalesef insanlarda bu kirli tezgaha kanıyor. 

   - reenkarnasyon yöresel bir inanç

Reenkarnasyon inancına baktığımızda bunun bin yıllarca sadece belirli bir yöreye mahkum kılındığını, o yöreden dışa çıkmayı başaramadığını görüyoruz. Günümüzün iletişim çağı bu inancın yayılımını hızlandırmış olabilir ama bin yıllardır bu hiçte böyle değildi. Geçmiş çağlarda durum nasıldı? Eski çağlarda bu inanç ne zaman bir yöreden dışa çıkmaya çalıştıysa karşısında bir şahsın direnişi ile değil toplumun tamamının direnişi ile karşılaşmış, yani toplumsal baskı o inancın yayılımını sınırlamış. Cinlerin bir kişiyi kandırması büyük bir sorun olmayabilir ama toplumun tamamını kandırmak hiçte kolay değil. Örneğin; bir anadolu insanı yeniden dirildiğini iddia etse, o kişi ya bir hocaya götürülür ya da onunla dalga geçilirdi. Yaşadığı ortam bu iddiayı asla onaylamaz, kabul etmez, o kişi ile dalga geçilirdi ve o kişide bir müddet sonra o iddiasından vazgeçmek zorunda kalırdı. Bunu ortaçağın avrupasında yaşayan birisi iddia etmiş olsaydı o kişiye kilise tarafından şeytan çıkartma ritüeli uygulanır veya yakılarak öldürülürdü. Tarihe baktığımız zaman Kitap Ehli Dinler; İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik bu tür batıl inançların kendi topluluklarında yayılımasına izin vermemiş. Bu oyunu tezgahlayan cinler toplumsal bir direniş ile karşılaştıkları için bu oyunlarını günümüzün iletişim çağına kadar, belirli bir yöreden dışarıya çıkaramamış.  

Kimler kendisini reenkarnasyon inancına kaptırır?

Reenkarnasyon inancına iki tür insan kendisini kaptırır, birinci grubun buna yöresel bir bağı bulunur bu insanların aileleri, akrabaları, komşuları ve yaşadıkları bölge buna inanır. Böyle bir ortamda doğan ve büyüyen birisi bunu sorgulamadan benimser ve buna inanır. Reenkarnasyon inancına kendisini kaptıran ikinci grubun ise buna ne yöresel bir bağı bulunur ne de dini, bunlar günümüzün iletişim çağında ortaya çıkan, içinde doğup büyüdükleri din ve kültüre bir bağ kuramayan, kendilerini ruhsal bir boşluk içinde hissedip bir arayış içine giren kişiler.

   - değerlerinize sahip çıkın, sahip çıkmazsanız yolunuzu şaşarsınız

Hayatınızı hangi kurallar doğrultusunda yaşıyorsunuz, siz daha çok dini emirlerin koyduğu sınırlar doğrultusundamı yaşantınızı sürdürüyorsunuz yoksa yaşadığınız yörenin örf ve adetlerine göremi, yoksa siz hayatınızı her anı doya, doya yaşa (carpe diem) felsefesine göremi yaşıyorsunuz? İnandığınız şeyler sadece sübjektif bakış açılarınızı belirlemekle yetinmez, inançlarınız ayrıca sizlerin hal ve hareketlerine sınır koyar, size hangi davranışların uygun olup olmadığını söyler. Dini emirlere bağlı olan birisi bu kurallara boyun eğer ve bu inancın koyduğu sınırlar içinde hareket etmeye çalışır. Din ve kültürel değerler sizleri terbiye eden sizleri belirli sınırlar içinde tutan unsurden bazılarıdır. Eğer bunlara benzer hayatınızda nefsinize sınır koyabilecek değerler yok ise, o zaman sizin kabulleneceğiniz ve yapabileceğiniz şeylerin sınırı olmaz, vakti gelir nefsiniz kendisine tanrı sıfatını yakıştırır, vakti gelir bir hayvanla ilişkiye girer vakti gelir kendisinin yeniden dirildiğine inanır!

Reenkarnasyon psikiyatri ilmine, İslam dini ve genel mantığa aykırı

   - reenkarnasyon ve psikiyatri ilmi

Psikiyatri bilim dalı farklı kişilikleri barındıran bedenleri bir hastalık olarak görür ve bunlara farklı tıbbi isimler atar (örneğin; multiple personality disorder). Daha önceki hayatınızda bir kadın olduğunuzu düşünün ve bu sefer bir erkeğin bedeninde tekrar dünyaya gönderildiğinizi düşünün, iki farklı duygu arasında yaşayan bir ruhun ne kadar sıkıntılı bir hayat geçirebileceğini tahmin edebiliyormusunuz? Şimdi yüzlerce veya binlerce farklı insan ve hayvan hayatını yaşayan ve geçmiş yaşantılarını hatırlayan bir ruhu düşünün, size böyle bir düzen üzerine kurulu bir dünya mantıklı geliyormu? Sizce böyle bir düzen üzerine kurulu dünyada insanoğlu ruhsal boyutu sağlıklı ve dengeli bir yaşantı sürdürebilirmi?

   - reenkarnasyon ve genel mantık

Reenkarnasyon inancı kendi içinde tezatlar ile dolu, örneğin bu inancın savunucuları tekrar dirilişten bahseder ancak bunlardan sadece birkaçı daha önceki hayatını hatırlar. Bunların bilginleri ilk önce şu iki soruya bir açıklık getirmeli; 

1) reenkarnasyon inancında geçmiş yaşantılar hatırlanırmı hatırlanmazmı? Eğer eski yaşantılar hatırlanıyorsa, neden o zaman kendi toplulukların tamamı bunu hatırlamaz, neden bunu sadece bir kaç kişi hatırlar? Eğer hatırlanmıyorsa o zaman daha önce yaşadıklarını nereden biliyorlar? 

2) Tekrar dirilişi kendi topluluklarına has bir olay olarakmı görüyorlar yoksa bu bütün canlılar içinde geçerlimi? Bu bütün canlılar için geçerli ise, yani evrenin tamamı yeni diriliş üzerine kurulu ise neden ben ve benim gibi 6 milyar daha önceden var edildiğini hatırlamaz? Ama eğer yeniden dirilmeyi kendilerine has bir ayrıcalık olarak görüyorlarsa, o zaman bu ayrıcalığın kaynağı ne, onuda lütfen bizlere bi' açıklasınlar.

   - reenkarnasyon ve İslam inancı

Reenkarnasyon inancına sahip insanlar bu dünyanın ebedi var olacağı inancını taşır, onlar ahiret hayatı veya mahşer gününe inanmaz. Onlar kendi ruhlarının bu dünyada sürekli yeniden dirileceğine, bu dünyada ebedi bir hayat sürdüreceklerine inanır. Bu inanç tabiiki İslam dinine ve kitap ehli olan diğer dinlerin özüne ters düşer. Kur’an-ı Kerimin nice Ayetleri ölümden sonraki hayattan ve sorgulamadan bahseder. 

Reenkarnasyona inanmakta çok dikkatli olmalısınız çünkü buna inandığınız an Kur’an-ı Kerimin özüne ters düşersiniz, bu da İslam dininden çıkmanıza sebep olabilir. 

İslami yönden reenkarnasyonu incelediğimizde aklımıza gelen ilk sorular şunlar; farklı bedenler ile dünyaya gelirseniz mahşer gününde bu yaşantılarınızın hangisi ile sorguya çekileceksiniz? İslam dini bu dünyanın acı ve üzüntü içeren bir yer olduğunu söyler, bu dünyayı bir defa yaşamak kendi başına nice sıkıntılar içerir, bir insanı sürekli reenkarne ederek bu dünya sıkıntılarını defalarca yaşatmak sizce ne kadar mantıklı?

   - Ayetler

Şu Ayetler bize bu dünyada sadece bir şansımızın olduğu, bunu değerlendirdik değerlendirdik, değerlendiremediysek ikinci bir şansa sahip olmadığımızı anlatır; “nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında, "Rabbim, der, lütfen beni geri gönder,"- 


"Ta ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım." Hayır, boş bir söz, onun söylediği söz. Onların önlerinde, diriltilip mezarlarından çıkarılacakları günedek bir berzah (“berzah”, ölüm ile başlayıp, yeniden dirilmeye kadar geçen süreyi ifade eden dini bir terimdir) var” (Mü’minun Süresi; 99-100). 

“De ki: Size vekil kılınmış olan ölüm meleği canınızı alacak, sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz. Günahkârları bir görseydin! Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak şöyle derler: 

"Ey Rabbimiz! Gördük ve işittik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim; çünkü biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz." Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayetini verirdik!” (Secde Süresi; 11-13). 

“Onlar, orada şöyle feryat ederler: "Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, yaptıklarımızdan başka, salih bir amel yapalım." Onlara denilir ki: 

"Size düşünecek olanın düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın bakalım azabı! Çünkü zalimleri kurtaracak yoktur" (Fatır Süresi; 37).


Kur’an- ı Kerimin bahsettiği iki defa öldürme ve diriltme hadisesi nedir?

Reenkarnasyon inancını savunan kişiler bu inancı destekleyebilecek deliller, argümanlar arar ve bunu Kur’an-ı Kerimin içinde bulduklarını düşünür; “kâfirler diyecekler ki: "Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Fakat çıkmaya bir yol var mı?" (Mü’min Süresi; 11). 

Kendilerini reenkarnasyon inancına kaptıranların İslamla hiçbir bağlantısı olmamasına rağmen, sadece görüşlerini tasdiklemek ve İslam kültüründe bu inancı yaymak için Kur’an- ı Kerimi bu oyuna alet eder ve kendi tezlerini desteklemek için bu Ayeti öne atar. Bu Ayetten iki defa yeryüzüne indirildiğimiz anlamını çıkaranları aydınlatalım, çünkü halkımız İslami konularda bilgin değil, rahatlıkla bu şarlatanların sözlerine kanabilir; 

(1) o Ayette yeryüzü ifadesi geçmez, yani iki defa dirilip öldürülmenin yeryüzünde gerçekleşeceğinden bahsetmez. Reenkarneciler bu iki yaşamın, ikisininde yeryüzünde gerçekleşeceğini bu Ayetin neresinden çıkarır? 

(2) Bu Ayet sadece iki yaşamdan bahseder, reenkarnasyon inancı ise onlarca defa dirilmekten, yaşamaktan bahseder. Bu Ayet yaşamı ikiyle kısıtlar, reenkarnasyon inancında kısıtlama bulunmaz. 

(3) Bu Ayetin açıklaması nedir, o zaman? Bu Ayetin bahsettiği iki yaşamdan birisi ruhlar alemidir (kalu bela). Bunu Kur'an-ı Kerim şöyle izah eder; 


“bir de Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediği vakit, "pekâlâ Rabbimizsin, şahidiz" dediler. (Bunu) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu." demeyesiniz diye (yapmıştık)” (Araf Süresi; 179). 

Ruhlar var edildiği yani yaratıldığı an Allah onlardan kesin söz alır, yeryüzüne indirildiklerinde Allaha iman edeceklerine ve onun emirleri doğrultusunda yaşayacaklarına dair bir söz. Ruhlar bu şahadeti getirdikten sonra öldürülür, taaki ana rahminde tekrar canlanıncaya kadar. Bu Ayetin bahsettiği birinci ölüm ruhlar âlemindeki ölümdür, ikinci ölüm ise yeryüzünde vukuu bulacak ölüm. Birinci ölümü hatırlamıyoruz çünkü o an beden yani bilinç, hafıza ortalıkta yoktu, ama bir sonraki ölümümüzü hatırlayacağız!
Devamını Oku...

~DOĞMAMIŞ ÇOCUĞUN RIZKI~

Yazar fotoahmet 0 yorum
Adam, eşinin ellerini tutarken birtaraftanda teselli etmeye çalışıyordu onu.İki gün sonra nasip olursa eğer çocukları doğacaktı ve hastane masraflarını dahi ödemeye fırsatları yokken,çocuklarına nasıl bakacaklarını düşünüyordu kadın.Yaşlı gözleriyle eşine bakarak"yiyecek ekmeğimiz yokken,çocuğumuza nasıl bakacağız bey?"diye sormuştu hıçkırarak.Sezon kapandığı için işinden çıkarılmış, ellerinde avuçlarında ne varsa sıfırı tüketmişlerdi sonunda.Aksi gibi hiçbir işte bulamamıştı.Elini hanımının elinin üzerine koyup iç çekmiş"herkesin rızkını veren rabbim,doğmamış çocuğumuzun rızkınıda verir hanım tasalanma"demişti.Ve sonrasında hava almak için hastahane koridoruna çıkmış duvara yaslanıp düşüncelere dalıp gitmişti.O anda hastahanede bir bağırış kopmaya başlamış,ve bir adamın telaşla sağa sola koşuşturduğunu görmüştü.Adam sürekli eşinin ameliyatta olduğunu ve acilen kana ihtiyaç duyduğunu haykırıyordu.Adeta delirmiş gibi bir hale gelmiş adamın istediği kan grubu ise en zor bulunan kan olduğu için hiçkimseden yardım bulamamıştı.Dalıp gittiği düşüncelerinden sıyrılıp biran kendi derdini unutmuş ve koşuşturan adamın yanına gitmiş"Benim kan grubum uyuyor.Ben size yardımcı olmak isterim"demişti.O an Çaresiz adamın gözleri ışıldamış ve defalarca teşekkür ederek kan vereceği bölüme götürmüştü onu...Bu olayın üzerinden iki gün geçmiş ve çocukları sağlıkla doğmuştu nihayet.Fakat asıl sıkıntı şimdi başlamıştı işte.Taburcu olma vakti geldiğinde ise vezneye gitmişti eşi ve çocuğuyla beraber.Önüne uzatılan faturaya bakarken boğazına birşeyler düğümlenmişti.Sonra ise utanarak,uzun zamandır bir işte çalışmadığını,bu kadar yüksek meblayı ödiyecek parası olmadığını söylemişti başını yere eğerek.Veznedeki kadın tam gerekli merciye durumu aktarmak için kalkacakken,karşısına geçen bir başka adamın para uzattığını gördü veznenin camından.Çaresiz adam faturasını ödemek isteyen adama baktığında iki gün önce eşi için kan verip yardımda bulunduğu adam olduğunu görmüştü.Meğer adam iki gündür eşine kan bağışı yapan kişiyi arıyordu anlattığına göre.Ve veznenin başında gördüğünde hemen teşekkür için koşup gelmiş,duyduklarına ise çok üzülüp bir yardımda o etmek istemişti eşinin hayatını kurtaran adama.Üstelik işi olmadığını da duymuş evinin bahçevanlık işi için teklifte bulunmuştu.Çiçeği burnunda baba yaşlı gözlerle eşine bakarken,iki gün önceki sözlerini hatırlatır gibiydi.Yazar Suat
Devamını Oku...

MUHTEŞEM BİR KISSA

Yazar fotoahmet 0 yorum


Vaktiyle bir padişah kendisine bir vezir bulmaya karar vermiş ve böyle kocaman bir kapı yaptırmış.
Yaptırdığı kapının ortasına onlarca kilit yaptırmış. Kimisi sürgülü, kimisi halka kilit vesaire derken baştan aşağı her tarafa kilit yaptırmış.
Ve sonra vezir adaylarını bir bir buyur etmiş.
İlk giren adama demiş ki:
- "Sen benim vezirim olmak istiyorsun, değil mi?"
O da demiş:
- "Evet efendim."
- "Eğer benim vezirim olmak istiyorsan, şu kapıyı anahtar kullanmadan, levye kullanmadan, hiç bir alet kullanmadan açmanı
istiyorum" demiş.
Vezir adayı şöyle bir dönmüş kapıya, bakmış ve demiş ki:
- "Efendim bu mümkün değil, kaldı ki anahtar bile olsa bu kapıyı açmak saatler sürer."
O da demiş ki:
- "Peki, sen git ötekisi gelsin."
Öteki gelmiş, ona aynısını söylemiş, O demiş: "Efendim mümkün değil anahtar bile olsa..."
Öteki gel, öteki gel falan derken, en son vezir adayı girmiş içeriye. Padişah demiş ki:
- "Sen vezir olmak istiyorsan, şu kapıyı anahtarsız, levyesiz, hiç bir alet edavat kullanmadan açmanı istiyorum."
Adam şöyle bakmış kapıya, bakmış, dönmüş demiş ki padişaha:
- "Devletli Sultanım! Aslında aklım der ki: 'Bu kapı böyle açmaya açılmaz.' Lakin bize itmek düşer" demiş ve elini uzatıp o kapıyı şöylece ittiğinde kapının açılıverdiğini ve aslında kilitlerin hiç birinin kapalı olmadığını görmüş.
Yani şunu demek istiyoruz;
Cenâb-ı Hakk'ın rızası nerede saklı hiç birimiz bilmiyoruz...
Belki bir vakit namazda saklı...
Belki bir yetimin başını okşayacağız şefkatle...
Belki bir kediye su vereceğiz merhametle...
Belki yanımızdan geçen ve hiç tanımadığımız birine: 'Esselamu aleyküm ve rahmetullah' diyeceğiz,
Ve belki o da mukabele de bulunacak: 'Ve aleyküm selam ve rahmetullah' diyecek...
Bu yüzden Cenab-ı Allah'ın rızası hangi kapıda saklı diye, biz kullara itmek düşer..Yani İnancımızın Gereğini Yapmak Düşer.
Devamını Oku...